İnsanlar, günah olduğunu bildiği halde sevmediklerinde ya da kıskandıklarında iftira atarak, itibarsızlaştırma yolunu neden tercih ediyor?.. Bunu yapanlar; kimine göre cahil, kimine göre de kişilik bozukluğu olanlar... Kızamıyor, üzülüyorum elbette... "Televole" ve "Biri Bizi Gözetliyor" kültürünün toplumda yarattığı yozlaşmanın sonucudur bu... "Allah ıslah etsin" diyerek, "Pişmanlık acısı" öykümle başbaşa bırakıyorum sizleri... * * * Anıl, bir işletmede müdür yardımcılığı yapan mert bir gençti. Yakışıklıydı. Mahalledeki kadınlar, kızlarını Anıl'la evlendirmek için annesi Sevil Hanımla yakınlık kurmaya çalışıyor, eve gelen gidenleri çok oluyordu. Sevil Hanım da komşularının bu niyetini bildiğinden, "kısmet" deyip, konuyu geçiştiriyordu. Ona göre, evleneceği kızı, oğlu seçmeliydi. Hayat onun hayatıydı. Komşu kızları, Anıl'ı paylaşamıyordu. Hatta zaman zaman aralarında kavga ettikleri bile oluyordu. Anıl, içlerinden birine tesadüfen selam verdiyse, o kızın içini umut kaplıyordu. Anıl, o sabah evden erken çıktı. Sevil Hanım, kahvaltı masasını kaldırırken, kapı zili çaldı. "Her halde Anıl bir şeyini unuttu" diyerek kapıyı açtı. Karşısında, 3 sokak ötede oturan okul arkadaşı Yasemin vardı. "Hayırdır Yasemin" dedi ve eve buyur etti. Yasemin, bir kahve içmek istediğini belirterek, mutfaktaki masaya oturdu. Yasemin de kızını Anıl'la evlendirmek isteyenlerden biriydi. Ama sabah sabah geldiği olmamıştı. Sevil Hanım, anormal bir şey olduğunu anladı ama Yasemin'e belli etmedi. Kahveler yudumlanırken, Yasemin daha fazla dayanamayıp, baklayı ağzından çıkardı. "Sevil, darılma ama bir şey söyleyeceğim" dedi. Sevil Hanım, kendinden emin bir biçimde devam etmesini istedi. "Senin Anıl var ya" dedi Yasemin, "Onun bir dostu varmış ve her akşam iş çıkışı kıza uğruyormuş. Mahalle çalkalanıyor." Sevil, "Kim dedi" diyerek, bunu söyleyenin ismini vermesinde ısrarcı oldu. Yasemin, Sevil'in vebal atarak sürdürdüğü ısrar üzerine, olayı Cemile'nin kızı Canan'dan duyduğunu söyledi. Canan, Anıl'ın selam bile vermediği, onu gördüğünde yolunu değiştirdiği bir kızdı. Değişik erkeklerle sarmaş dolaş gezmesini ona yakıştıramıyordu. Evin tek çocuğu olan Canan'ı, anne ve babasını dinlemeyen başına buyruk, şımarık bir kız olarak görüyordu. Sevil, aniden masadan kalktı. Telefona yönelirken, Yasemin, "Sakın" diye önünü kesmeye kalkıştı. Sevil, "Sen de bir yere ayrılma" diyerek, Cemile'yi telefonla aradı. Karşısına Canan çıkmıştı. Tatlı bir dille çok önemli bir şey söyleyeceğini belirterek onu eve çağırdı. Telefonu kapatan Canan, büyük bir sevinçle makyajını yaptı. En güzel giysisini giydi ve adeta uçarak Sevil Hanıma geldi. Canan, Yasemin'i evde görünce, ters giden bir şeyler olduğunu sezdi ama Sevil Hanımın onu iyi karşılaması, tedirginliğini azalttı. Hatta ona "Kızım sana kahve yapayım" bile dedi. Canan, "Olur mu öyle şey ben yaparım" diyerek, büyük cezvede 3 orta kahve yaptı. Oradan buradan derken, Sevil Hanım lafı oğlu için çıkarılan dedikoduya getirdi. "Bakın" diyerek, gözlerini, ikisinin gözlerine ok gibi dikti. "O dostu olduğunu söylediğiniz kız var ya. Anıl'ın kardeşi gibi sevdiği biridir ve İzmit'ten çocukluk arkadaşıdır" dedi. "Depremde iki ayağını da kaybetti. Babasının tayini buraya çıktı. Kızcağız sokağa çıkmak istemediği için Anıl, onu iş çıkışı ziyaret edip, hal hatır soruyor." Canan ve Yasemin şoktaydı. İkisi de utançla başını eğdi. Canan, bir süre sonra adeta yalvarırcasına, "Çok özür dilerim. Bunu nasıl telafi edebilirim" diye sordu. Sevil Hanım, "Gel" diyerek onu mutfağa çağırdı. İçinde bulgur bulunan cam kavanozu aldı. Canan'ı kolundan tutarak, bahçeye bakan pencerenin önüne getirdi. Canan, içinden "Ne yapıyor bu kadın" diye geçirirken, Yasemin de dikkatle onları izliyordu. Sevil Hanım, bir kavanoz bulguru bahçeye saçtı. Rüzgarın da etkisiyle bulgur taneleri çok çok uzaklara düştü. "Git, bunları tek tek topla" dedi. Canan, Sevil Hanımın ne demek istediğini anlamıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak, evden çıktı. Yol boyunca ağladı. Eve geldiğinde, annesi şaşkındı. "Ne oldu kızım" diye sordu. Hiçbir şey söylemeden odasına kapandı. Her akşam dışarıya çıkıp, geç saatlerde eve gelen Canan, o gün evden dışarıya adım atmadı. Annesi, saatler sonra onu merak etti. Odadan ses gelmiyordu. Kapı kilitliydi. Anahtar deliğinden içeriye baktı. Karaltı içinde Canan'ı ellerini açmış dua ederken gördü. Sabah olmuştu. Okul dönemlerinin dışında ilk kez bu kadar erken uyanmıştı. Üstünü giydi, evden çıktı. Annesi de şaşkındı. Doğruca Anıl'ın her sabah işe gittiği sokağın başına gitti. Anıl uzaktan görünmüştü. Canan ona doğru yürüdü. "Hakkını helal et Anıl" dedi. Anıl, "Niye" bile demeden "Helal olsun" diyerek yürüdü gitti. Annesi, Anıl'a hiçbir şey anlatmamıştı. Yıllar geçmişti. Anıl, aynı işyerinde çalıştığı mühendis bir kızla evlenmişti. Kız çocuklarına "Sevil" adını koymuşlardı. İkisi de çok mutluydu. Anıl, Canan'ı apartman kapısında gördü. Hayretini gizleyemedi. "Komşu olduk" dedi Canan. Bebeğini gösterdi. Anıl, "Allah analı babalı büyütsün. Bahtı açık olsun" dileğinde bulunurken, Canan "Adını merak etmiyor musun?" diye sordu. Cevap beklemeden "Anıl" dedi. Anıl, ne olduğunu anlamamıştı. Kafası karışmıştı. Canan, "Bildiğin gibi değil. Kocamı çok seviyorum" der demez, bir çırpıda geçmişte yaptığını aynı utançla anlattı. Anıl, "Onun için mi benden helallik istemiştin" dedi. Canan başıyla onayladı. Anıl, "Oğluna benim adımı verdiğine göre, o dedikodu yüzünden çok ıstırap çektiğini anlıyorum. Ben binlerce kere affettim. Ben affettiğime göre, Allah da seni bağışlar. Sen benim dünya ahiret kardeşimsin" diyerek, ellerini tuttu. Canan; bir evlendiği bir de Anıl'ı doğurduğu gün bu kadar mutlu olmuştu. Haykırırcasına bağırdı: "Şükürler olsun. Bana yıllar sonra bir erkek kardeş verdin" Anıl, yıllardır nefret ettiği Canan'ı, ilk defa bu kadar güzel olarak görmüştü. * * * Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...